Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Süreci, Bağımsızlık Çabaları ve Kuruluş Tarihinin Saptanmasına Yönelik Teoriler

  1. 1200-1300 Tarihleri Arasında Anadolu’da Durum ve Anadolu’ya Egemen Olan Güçler

         1.A Bizans İmparatorluğu

                Bizans İmparatorluğu 1200-1300 yılları arasında ( yani inceleyeceğimiz asıl tarih dilimleri arasında ) Anadolu’ya egemen olan temel unsurlardandır. Kuruluşu Roma’nın ayrılmasına yani milattan sonra 3952 e dayanır. Yıkılışı ise Fatih Sultan Mehmet’ in İstanbul’u fethetmesiyle gerçekleşmiştir. Bu olay ise 1453 tarihinde gerçekleşmiştir. Başkenti Konstantinopolis adıyla bilinen günümüzdeki adı İstanbul olan şehirdir. Resmi dilleri; 7. yüzyıla kadar Latince olmakla beraber 7. yüzyıldan sonra Yunanca kullanılmıştır. Bizans İmparatorluğu ismini Doğu Roma İmparatorluğu’na kazandıran tarihçi, 16. yüzyılda yaşamış olan Alman tarihçi Hieronymus Wollf’ tur. Bizans İmparatorluğu’nun ortaya çıkışı Roma İmparatoru I. Constantinus’ un başkenti, Roma’dan bugünkü İstanbul’a taşımasıyla da yakından ilgilidir.

Bizans İmparatorluğu kavramı tarihçilerin bir icadıdır ve imparatorluğun hayatta olduğu dönemde hiçbir zaman kullanılmamıştır. Bizans İmparatorluğu ile ilgili bizi asıl ilgilendiren İmparatorluk’un yıkılış dönemidir. Yıkılış dönemi 1261 ile 1453 tarihleri arasındadır. Bu dönemde Bizans İmparatorluğu, Anadolu’da Osmanlılarla, Balkanlar’ ise Sırplarla savaşmak zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti beylik olarak kurulduktan sonra, İznik ve İzmit’i ele geçirmiştir. Osmanlı Devleti Bursa’yı da alarak burayı yeni devletin başkenti yapmıştır.

Dış mücadeleler kadar iç karışıklıklarda Bizans İmparatorluğunun güçsüz düşmesini sağlamıştır. Özellikle son dönemlerinde yıpratıcı taht kavgalarıyla uğraşmak zorunda kalmışlardır. Bu taht kavgalarını Osmanlı Devleti de fırsat bilerek Bizans İmparatorluğu’nun iç işlerine müdahale etmiştir.

Bizans Devleti çok geniş yetkilerle donanmış bir imparator tarafından yönetiliyordu. Genelde iktidar babadan oğula geçerdi. Ama Bizans İmparatorluğu’nda ordu komutanlarının zor kullanarak tahtı ele geçirdiği ve yeni bir hanedanın yönetime geldiği dönemler olmuştur. Başkent Konstantinopolis’te Roma Senatosu örnek alınarak oluşturulmuş bir senato vardı. Bizans İmparatorluğu toprakları Herakleios’tan itibaren, VII. Yannis Palaiologos’un imparatorluğunun sonlarına kadar thema adı verilen askeri/sivil yörelere ayrılmıştır. Bu yöresel yönetim sistemine göre themaların başına strategos denen hem askeri hem de sivil yetki ve görevleri bulunan valiler atanmaktaydı. Thema’daki askerlere toprak veriliyordu ve thema komutanı da çağırıldığında askerleriyle savaşa katılıyordu.

1.B Beylikler

Bu yazıda inceleyeceğimiz beylikler dönemi II. Beylikler Dönemi’dir. 1243’teki Kösedağ Savaşı’nda Moğollara yenilen Anadolu Selçuklu Devleti’nin Türkmenler üzerindeki denetiminin zayıflamasıyla ortaya çıkmışlardır. Bu süreçte uç beylikleri önce İlhanlılara bağlı, sonra bağımsız devletlere dönüştüler. II. Beylikler Döneminde 22 beylik ortaya çıkmıştır. Bunlar alfabetik olarak;

-Alaiye Beyliği

-Aydınoğulları Beyliği

-Candaroğulları Beyliği

-Canik Beyliği

-Çobanoğulları Beyliği

-Dulkadiroğulları Beyliği

-Eretna Beyliği

-Eşrefoğulları Beyliği

-Germiyanopulları Beyliği

-Hamidoğulları Beyliği

-İnançoğulları Beyliği

-Kadı Burhanettin Ahmed Devleti

-Karamanoğulları Beyliği

-Karesioğulları Beyliği

-Menteşeoğulları Beyliği

-Pervaneoğulları Beyliği

-Ramazanoğulları Beyliği

-Sahipatoğulları Beyliği

-Saruhanoğulları Beyliği

-Tacettinoğulları Beyliği

-Tekeoğulları Beyliği

-Ve son olarak Osmanoğulları Beyliği

            1.C Anadolu Selçuklu Devleti

Kuruluşu Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya gelen Selçuklulara dayanır. Süleyman Şah tarafından 1077’de kurulmuştur. Bu tarihte İznik alınmıştır ve başkent yapılmıştır. Daha sonraki tarihlerde Haçlı Seferleri’nin de etkisiyle başkent Konya’ya taşınmıştır. Miryokefalon Savaşı (1176) yapılmıştır. Sinop, Alanya, Antalya fethedilmiştir. Kösedağ Savaşı ile gerileme dönemine girmiştir devlet. Anadolu Selçuklu devleti İlhanlıların son Anadolu Selçuklu Sultanını tahttan indirmesiyle 1308’de son bulmuştur.

  1. Ertuğrul Gazi ve Hayatı

Ertuğrul Gazi ya da Ertuğrul Bey 13. yüzyılın ortalarında Oğuzların Kayı boyunun lideri ve Osmanlı Beyliği’nin kurucusu olan Osman Bey’in babasıdır. Kaynaklarda Ertuğrul Gazi’nin soyu hakkında yer alan bilgiler farklılık göstermektedir. Öne çıkan 6 görüş vardır;

-Yazıcızâde Ali’nin, Tevarih-i Al-i Selçuk adlı eserinde Karamanlı Mehmed Paşa’ ya göre soy ağacı

-Enveri’nin Düsturname-i Enveri adlı eserinde yer alan soy ağacı

-Aşıkpaşazade’nin Aşıkpaşazade Tarihi adlı eserinde yer alan soy ağacı

-Şükrullah’ın Behçetü’l Tevarih adlı eserinde yer alan soy ağacı

-Neşri’nin Kitab-ı Cihannüma adlı eserinde yer alan soy ağacı

-Hasan Bin Mahmud El-Bayati’nin Câm-ı Cem-Âyin adlı eserinde yer alan soy ağacı

Ruhî tarihine göre Ertuğrul Gazi veya atalarının önderliğindeki 340 kişilik Türk boyu, Selçuklular ile birlikte Türkistan’ı terk edip Anadolu’ya gelerek Engüri (günümüzdeki Ankara) civarındaki Karacadağ eteklerine yerleşti. 1222-1230 yılları arasında Bizans İmparatorluğu ile Anadolu Selçuklu Devleti arasında gerçekleşen mücadeleden haberdar olan Ertuğrul Gazi, orduya hizmet amacıyla çarpışmalara katıldı, bu kapsamda Karacahisar’a yapılan kuşatmada yer aldı. I. Alaeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi veya atalarına Söğüt’ü kışlak, Domaniç’i yaylak olarak verdi.

Ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Ertuğrul Gazi’nin 90 yaşından fazla olduğu halde 1281-1288 tarihleri arasında Söğüt’te vefat ettiği bilinmektedir.

        

 

  1. Kayı Boyu

         Kayı Boyu, Oğuz Kaan Destanı’na göre Oğuzların 24 boyundan, Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat-i Türk adlı eserine göre ise 22 Oğuz Boyundan ikincisi olarak tanımlanmaktadır. Oğuzların Bozok kolundan bir boydur.

Osmanlı Hanedanı’nın bu boydan geldiği yaygın düşüncedir. Reşidüddin’in listesinde sembolleri şahin, yani şahinlerin en büyüğü olan akdoğandır. Kayı boyunun damgası, iki ok ve bir yaydan oluşur. Babası Gün Han ve dedesi Oğuz Han olan Kayı Han bu boyun ilk atası olarak düşünülür. Anadolu’ya gelen boylardan biri olmakla beraber önce Ahlat bölgesine yerleşmişlerdir. Daha sonralarında ise Karacadağ yöresine yerleştirilmiştirler. Ertuğrul ve Dündar Beyler Söğüt ve Domaniç yörelerine yerleşmişlerdir. Söğüt’ü kışlak, Domaniç’i yaylak olarak kullanmışlardır.

  1. Murad döneminde kuvvetle önem verilen Kayı Boyu bağlantısına rağmen 15. yüzyılın ikinci yarısında yazılan kroniklerin bir kısmında Osmanlılar Kayı ve babası Gün Han yoluyla Oğuz Kaan’a bağlanırken, diğer bir kısım kronikte Kayı ve Gün Han’dan bahsedilmeyişi ve Osmanlıların atalarının Gök Han yoluyla Oğuz Kaan’a bağlanmasıyla Kayı Boyuyla Osmanlı ilgisini reddedenlerin dikkatini çektikleri hususlar arasındadır.

Halil İnalcık Hoca’nın Kayı Boyu görüşü ise kendi cümlesi ile “Amaç hanedanı yüceltmektir.”

  1. Osman Gazi ve Hayatı, Bey Oluşu ve Hakkındaki Efsaneler

         Osman Bey’in yaşamının erken dönemleri hakkında güvenilir kayıtlar yoktur. Osman Bey’in soyuna ve boyuna ait bilgiler gelenekseldir ve en eskisi ölümünden 100 yıl sonra yazılmıştır. Bazı tarihçilere göre, Osman Gazi’nin yaşam ve savaşları tarihsellikten çok, masalsı destansı bir örüntü içinde, halk söylentileri, ermişlik öyküleri ve mitolojik lejantlarla renklendirilmiştir.

Tarihçi İbn-i Kemal (ö.1534) Tevarih-i Al-i Osman adlı eserinde Ertuğrul Bey’in Anadolu’ya (Rum’a) geldiğinde iki oğlu bulunduğunu, Söğüt’te göçebe yaşamının sürdürürken 1254’te (hicri 652’de) “aslan yapılı ay yüzlü” küçük oğlu Osman’ın doğduğunu bildirir. Halk söylentilerine göre annesi (ya da babaannesi) Hayma Ana’dır.

1281 yılında 23 yaşında iken Kayı Boyu’ndan Ömer Bey’in kızı Malhun Hatun ile evlendi. Bu evlilikten daha sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçecek olan Orhan Gazi doğdu. Daha sonra Şeyh Edebali’nin kızı Bala Hatun ile evlendi. Bu evlilikten de Alaeddin Bey dünyaya geldi.

Osman, Türkçe kaynaklarda Osmancık, Kara Osman, Osman Gazi, Osman-ı Evvel yabancı kaynaklarda ise Othoman adı ile geçer. Othoman’ın Arapça “Osman” ‘ın (Uthman) değil, Otman, Tuman yada Ataman’ın Batı dillerindeki yazımı olduğunu kabul etmek gerekir demiştir Necdet Sakaoğlu. Alıntı yapacak olursam “ 15. yüzyıl başlarında Osman’a dönüştürüldüğü söylenebilir. Buna karşılık üzerinde Osman bin Ertuğrul okunduğu ileri sürülen bir akçeye karşılık oğlunun akçesinde salt Orhan adı vardır. Orhan’ın, Orhan bin Osman sözcüklerini içeren tuğrası Bursa Orhangazi Camii’nin hicri 820 (m.1417 Çelebi Mehmet Dönemi) tarihli hitabesindeki Orhan bin Osman adının Osman olduğuna kanıt gösterilir.” demiştir.

Aşıkpaşaoğlu’nun Tevarih-i Al-i Osman adlı eserlerinde Osman’ın yaşamı masalsı ve destansı bir örüntü içinde aktarılmıştır. Tarihteki diğer hanedanlar gibi egemenliklerini güçlendirmek için bu yollara başvurulmuştur.

Osman Bey’in yaşamöyküsünde gözden kaçırılmaması gereken iki önemli ayrıntıdan biri, Ertuğrul’un büyük oğullarının Kayıların Anadolu’ya gelmesinden önce, Osman’ın ise Söğüt ilinde doğduğu diğeri de Osman’ın bey ve uç beyliği için amcası Dündar’la ve ağabeyleri ile giriştiği savaşımdır.

Bostanzade Yahya Efendi Tarih-i Saf’ta Osman Bey için “dürüst, dindar, yiğit ve adaletseverdi. Halkına pek düşkündü. Uzun boylu, ak benizli, kumral kaşlıydı. Kendi koyunlarından elde ettiği ürünlerle geçinirdi. Osman Gazi’nin iki eşinden Edebali kızı Bala Hatun, Alâeddin Ali Bey’in, Ömer Bey kızı Mal Hatunda Orhan Bey’in annesi olarak bilinir. Pazarlu, Çoban, Melik, Hamid adlı oğulları ve kızı Fatma için tarihler bilgi vermez. Alaeddin Ali Bey ise dedesi Edebali’nin yanında büyümüş gençliğinde babasına hizmet etmiş, Orhan Bey döneminde beylerbeyi sanını almıştır” demiştir ve bu bilgileri vermiştir.

4.A Beyliği Ele Geçirme Çabaları

            1281 yılında babası Ertuğrul Bey 90 yaşlarında iken ölmüştür,  denilir rivayetlerde. Birçok tarihçinin anlaştığı görüşe göre, Kayı aşireti beyliği için beylik görevi değişmesi barışçıl olmamış ve beylik görevini üzerine alabilmek için Osman Gazi yakınları ile “taht mücadelesi” yapmıştır. Bu mücadelenin kimle yapıldığı ve nasıl geliştiği tartışmalı olup değişik tarihçiler değişik anlatımlarda bulunmaktadır. Bu anlatımlardan çokça sayıda taraflısı olan bir görüşe göre, Osman Gazi amcası Dündar Gazi ile beylik için çatışmaya girişmiştir. Çatışma sonunda Osman Gazi galip gelmiş ve düşmana karşı yapılan akınlara karşı çıktığı bahanesi verilerek yaşlı Dündar Bey’i bir ok atımı ile öldürmüştür.

Alternatif bir anlatım olan Hacı Bektaş’ın “Vilayetname” eserinde ise Osman’ın beyliğe geçme anlatımı değişiktir. Kayı Boyu aşireti Sultanönü ve civarına yerleştikten sonra önce amcası Aydoğmuş ve sonra babası Erdoğdu (Ertuğrul) Bey beyliklerinden daha sonra da küçük amcası Gündüz Alp Kayı beyi olmuştur. Osman Gazi bu sırada çevresindeki aşiret yiğitleri ile yerel Bizanslı Yarhisar, Bilecik, İnegöl, İznik yörelerine akınlar düzenlemeye başlanmıştır. Bizanslı Bursa Tekfuru Konya’da bulunan Selçuklu Sultanı III. Alaeddin Keykubad’a elçiler gönderip bu akınlardan şikâyet etmiştir. Selçuklu Sultanı ise Gündüz Alp’a haber göndererek akınları düzenleyen yeğeni Osman Bey’i yola getirmesini istemiştir. Gündüz Alp Osman Bey’i yakalayarak yiğitleri ile birlikte Konya’ya III. Alaeddin Keykubad’a göndermiştir.

Selçuklu Sultanı Osman Gazi’yi beğenip el ve onay alması için onu Sultan Karahöyük’te bulunan Hacı Bektaş Veli’ye yollamıştır. Hacı Bektaş Osman’ı büyük bir misafirperverlikle karşılamış, tekbirle kendi tülbendini onun başına dolayıp sanki ona taç giydirmiştir. Osman Konya’ya dönerken Hacı Bektaş onunla Sultan’a hitap eden Osman’ı öven bir mektupta göndermiştir. Selçuklu Sultanı bu mektubu okuduktan sonra “buna yüce bir mansıp veresuz” dediği bildirilir. Osman Gazi Sultanönü ucunun merkezi olan Söğüt’e döndükten sonra Selçuklu Sultanı ayrıca “altun başlı sancak” ve “tablhane (mehter)” gönderip onu ödüllendirmiştir. Bu öykü Vilayetname yanında Yazıcızade’nin Selçukname adlı eserinde de tekrar edilmektedir. Birçok tarihçi bu ödüllendirmeyi uç beyliğine istiklal verilmesi olarak kabul etmektedir.

Daha yeni ve inanılır kaynaklar bulunmadan, bu değişik hatta birbirleri ile zıt olan anlatımlardan çıkartılabilecek en uygun sonuç Osman Bey’in babası Ertuğrul Bey’in yerine geçmesinin bir barışçıl hükümdarlığa çıkma olmayıp bir “taht mücadelesi” sonucu ortaya çıktığıdır.

4.B Osman’ın Bizans Yerel Güçleri ile Mücadelesi ve Genişleme

            Osman Gazi 1280’lerden 1300E kadar uzayan yaklaşık 20 yıllık Osmanlı Devleti’nin doğuş süreci evresinde toplumsal düzeni çok karışık Bitinya bölgesinde (yani günümüzdeki Bursa-Bilecik-İznik yörelerinde) sanını korumak ve ufak uç beyliğini güçlendirmek için bir dizi yerel çatışmalar yapmıştır. Bu çatışmalarda Osman Gazi’ manevi destek veren unsur Ahilerdir.

Osman Gazi ilkin 1283’de İnegöl tekfuru Nikola ile yaptığı “Ermenibeli Muharebesi” ’inde yenik düşmüştür. 1284’de Osman Bey 300 kişilik bir güçle İnegöl yakınlarındaki Emirdağı eteklerinde bulunan “Kulaca Hisar” ‘a bir gece baskını düzenlemiş ve bu kaleyi eline geçirmiştir. Bu Osmanlıların ilk kale fethidir. 1286’da ise Osman Bey ile Bizanslı İnegöl tekfuru ile Karacahisar (Malachiya) tekfurunun birleşik yerel kuvvetleri arasında Ekizce mevkiinde “Domaniç Muharebesi” yapılmıştır.

1298-1299 yıllarında Osman Gazi’nin yükselişinden rahatsız olan ve tehlikeyi önceden sezen Bilecik tekfuru, Yarhisar tekfurunun kızı ile evlendireceği oğlunun düğününe Osman Gazi’yi de çağırarak ona pusu kurup öldürmeyi amaçlamıştır. Fakat Osman Gazi’nin dostu olan ve Bilecik tekfuru ile aralarında düşmanlık bulunan Harmankaya tekfuru, bu tuzağı Osman Gazi’ye haber vererek onun tuzağa düşmesini engellemiş ve oyun içinde oyun diye adlandırılan bir taktikle bu kenti almıştır. Bu “oyun içinde oyun” taktiğine göre Osman Gazi 40 yiğidine kadın giysileri giydirerek (tarihçilerin anlatımı ile “bir nice gaziları da baş bezleriyle avrat donuna koyup”) Bilecik kalesine sokmuş ve diğer taraftan keçelere bürünerek öküz sürüsü içinde kaleye gelip kapılardan giren yiğitler de bunlara destek sağlayarak Bilecik kalesini ele geçirmiştir. Bu anlatım Osmanlı tarihçilerinin Osman Bey dönemi için anlattıkları masalsı mitlerin ilklerinden olmuştur. Aynı kampanyada Osman Bey Yarhisar’dan çıkan düğün alayı koruyucu güçlerini “Çakır Pınarı” mevkiinde alt etmiştir. Bu gelin alayında bulunan Yarhisar tekfurunun kızı olan Holofira (Nilüfer Hatun) adlı gelin ise Türklerin eline geçerek Osman Gazi’nin oğlu Orhan Bey’le evlenmiştir.

1299 tarihi bir dönüm noktasıdır. Osman Bizans topraklarına karşı akın merkezi olarak İznik’e 30 km kadar uzaklıkta “Melangeia” ‘yı seçti. Onun civarında bir “uc” merkezi olarak yeni bir şehir kurdu. Adını Yenişehir koydu. Osman İznik’i seferinden önce 1299’da Köprühisar kalesini hücümla ele geçirmiş böylece İznik yolu kendisine açılmış bulunuyordu.

Osman Gazi’nin hangi tarihte ileride Osmanlı İmparatorluğu olacak uç beyliğini kurduğu tarihçiler arsında tartışmalıdır. İlerleyen bölümlerde bu tartışmalara geniş şekilde yer verceğim.

Kulaca Hisar ve Karacahisar kalelerini fetihleri takiben 1299 yılında İnegöl’ü alması Osmanlı Devleti’nin kuruluşu olarak kabul edilir. Birçok tarihçi 1299 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılışı ile Osman Gazi’nin, Anadolu’nun diğer Türk beylikleri arasında istiklalini ilan ederek, Osmanlı Devleti’ni kurduğunu kabul ederler. Diğer tarihçiler 1299’da Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud’un Osman Gazi’ye tabl ve bayrak göndermiş olduğunu ve bu tabl ve bayrak ödülleri ile uç beyliğine sembolik olarak istiklal verdiğini iddia ederler. Bir ipekçilik ve demircilik merkezi olan Bilecik kalesinin eline geçmesi ile Osman Gazi’nin yetmiş yıllık hayatının üçüncü evresine girmiş olduğu tarihçilerce kabul edilir. İznik Gölü’nün doğusunda bulunan İznik şehrine karşı olmak üzere gölün batı kısmına 1301’de Türkmen nüfuslu Yenişehir kurulmuştur. Osman Bey Yenişehir’i beylik merkezi yapmıştır. Tarihçi Mehmed Nesri’nin 1500’lerde kalem aldığı tarihe göre aynı yıl Osman Bey adına ilk hutbe Şeyh Edebali’nin müritlerinden olan Karamanlı Dursun Fakih tarafından Karacahisar’da bir kiliseden çevrilmiş olan camide verilmiştir.

1308’de tekrar başlayan fetih akınlarıyla ilk olarak İznik-İzmit yolu üzerindeki stratejik Karacahisar (Trikokıya) ele geçirildi. 1313’de Osman Bey’e büyük yardımları dokunan Bizans Harmankaya Tekfuru olan Mihail Köşes Müslüman olarak Köse Mihal adını aldı ve fetih akınlarına katılmaya başladı. 1313-1315 döneminde Sakarya Nehri vadisinde bulunan Lefke, Mekece, Akhisar, Geyve, Gölpazarı ve Leblebici kaleleri ele geçirildi.

            4.C Son Yılları ve Ölümü

            Osman Gazi son yıllarında yaşının ilerlemesi ve “damla illeti” yani gut hastalığı yüzünden tarihçilerin bildirdiklerine göre, beylik idaresini oğlu olan Orhan Bey’e bırakmıştır. Ancak Osman Bey’in ne zaman ölüp, Orhan Bey’in ne zaman beylik idaresini tümüyle eline aldığı tartışmalıdır. 1320’den sonraki olayların tarihçilerce anlatımlarında Osman Bey’in ismi geçmemektedir. 15. yüzyıl Osmanlı tarihçilerinden Ruhi Çelebi 1481 tarihine kadar getirdiği Tevarih-i Al-i Osman adlı tarih eserinde Osman Bey’in 1320’de öldüğünü bildirmektedir. II. Mehmed ve II. Beyazıd döneminde yaşayıp 1502’ye kadar olanları inceleyen Oruç Bey’in “Tevarih-i Al-i Osman” adlı tarih eserinde ise Osman Bey’in ölüm tarihi 1327 olarak verilmektedir. Diğer tarihçiler Osman Bey’in ölümünü bu iki üç tarih arasında vermektedirler. Modern tarihçi Necdet Sakaoğlu 1320’den sonraki olaylarda Osman Bey’in adı geçmezken, oğlu Orhan’ın 1324’de bey olduğunu kanıtlayan belgelerden söz eder. Osman Bey’in ölüm yerinin nerede olduğu da tartışmalıdır. Büyük olasılıkla Söğüt’te ölmüştür.

Osman Gazi, babası Ertuğrul Gazi’den 4.800 km2 olarak devraldığı Osmanlı toprağını oğlu Orhan Gazi’ye 16.000 km2 olarak devrettiği hesaplanmıştır.  

  1. Osmanlı Beyliğinin Bağımsızlığını Sağlamak İçin Gösterdiği Çabalar ve Savaşlar

         Bu başlık altında incelenecek olan konu hakkında çok farklı görüşlere değinileceğinden anlatım biraz karışık olacaktır, elimden geldiğince sadeleştirmeye uğraştım.

Osman Bey bildiğimiz gibi ilkin Ermenibeli’nde küçük yaya birliğinin başında İnegöl tekfuru Nikolay’la çatıştı ve yenildi. İznik’i kuşatma altına alan Osman ilkin etraf köyleri hükmü altına alarak şehri “vira” yani uzun aralıksız kuşatma ile teslime zorlama taktiğini uygulamaya başladı. Bu kuşatma, 1301-1331 yılları arasında otuz yıl sürecektir. Şehri kurtarmak için İmparator II. Andronikos Palaeologos bir ordu gönderecek, Osman bu orduyu Yalak-ova’da karşılayacak denize dökecektir.(Bapheus Savaşı’na bir sonraki alt başlıkta değinilecek.)

Oldukça karışık Bitinya (Bursa-Bilecik-İznik) yöresinde Bizans tekfurlarının, Germiyan Beyliği’nin ve Umurneyoğulları’nın egemenlik alanlarıyla kuşatılmış küçük bir alanda uç beyi olan Osman, bu sanını korumak ve güçlendirmek için yaklaşık 20 yıl bir dizi yerel savaşı göze aldı.

5.A Osman Gazi’nin İznik Kuşatması ve Bafeus (Koyunhisar) Savaşı (27 Temmuz 1302)

            Bu bölüm Halil İnalcık’ın “Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak; Kuruluş” adlı kitabından alıntılar ve paragraflar içermektedir.  

Osman, Bizans topraklarına karşı akın merkezi olarak “tahtgahı” Yenişehir’de yerleşti (1299), ailesini Bilecik’te bıraktı. Bu tarihten sonra Osman’ın tüm faaliyeti, İznik fethi amacına yönelecektir. İlk akınlardan sonra gelip İznik’i kuşattı.

Pachymeres, Mouzalôn ile Osman arasında Bafeus Savaşı’nı ayrıntılarıyla anlatır. Bu kronolojik sırayı göz önünde tutarak A. Failier, Bafeus Savaşı’nı 27 Temmuz 1302 tarihine koyar. Osmanlı rivayeti de bunu doğrular. Anonim Tevarih, İznik kuşatmasını Dimbos Savaşı’ndan hemen önceye koyar. O halde Bafeus Savaşı ondan önceki yılda, H. 701 tarihine rastlar. 701 Hicri yılı ise, 6 Eylül 10301’de başlar ve 28 Temmuz 1302’de son bulunur.

Bafeus Savaşı’nın vuku bulduğu yere gelince, burası Osmanlı rivayetinde Yalak-ovası olarak gösterilir. Yalak-ovası, Yalak-derenin Hersek-Dili’nde denize ulaştığı düzlüktür. Burada vuku bulan savaştan önce Bizans kuvvetleriyle Osman’ın öncü keşif kuvvetleri, İznik’ten gelen yolu kapatan Koyun-Hisarı’nda çarpışmışlardır. Yalak-dere vadisini izleyerek İznik’ten gelen ana yol üzerinde Koyun-Hisarı, Yalak-ova’ya çıkmadan önce tepedeki hisardır.

Bafeus Savaşı’ndan detaylı bahseden iki kaynak vardır; Pachymeres ve Osmanlı Anonim Tevarih’dir. Bu iki kaynak birbirini tamamlayan bilgiler vermektedir. Her iki kaynak, İmparator’un, ordusunu kuşatma altındaki İznik’i kurtarmak için gönderdiği noktasında birleşirler. İznik önünde kaleden çıkış hareketleri ve çarpışmalar olduğunu Anonim’den öğreniyoruz. İznik’in bataklıkla çevrili durumda bulunduğunu Anonim belirtir. Anonim, İzniklilerin o zaman umutsuz kalıp şehri teslim ettiklerini söylemekte yanılmıştır, İznik Orhan tarafından 1331’de teslim alınmıştır. Bununla beraber Neşri, kuşatmanın ardından uzun abluka sırasında birçoklarının şehri bırakıp kaçtığına işaret eder. Bizans İmparatorluk ordusuna karşı kazanılan bu zafer, Osman’ı bölgede karizmatik bir bey durumuna yükseltmiştir. Pachymeres, bu zaferle Osman’ın şöhretinin Palfagonya bölgesine kadar yayıldığını ve gazilerin onun bayrağı altına koşuştuklarını kaydeder. 15. yüzyıl sonlarında Neşri onun beyliğini bu tarihe koymakta haklıdır. Bafeus Savaşı, Osman’a hanedan kurucusu bir bey ünü kazandırmış, kendisinden sonra oğlu Orhan rakipsiz beylik tahtına geçmiştir. Böylece, 27 Temmuz 1302 tarihini Osmanlı hanedanının dolayısıyla Osmanlı Devletinin kuruluş tarihi olarak kabul edebiliriz.

Bafeus Zaferi ile Osman, kuşkusuz tüm Bitinya’da Bizans egemenliğini tehdit eden önemli bir siyasi-askeri güç olarak ortaya çıkmıştır. Pachymeres gibi Osmanlı yazarı Yazıcızade de, 1300’den sonra Osman’ın şöhretinin uzak İslam memleketlerine yayıldığını ve her taraftan “göç göç ardınca Türk-evleri gelip dolduğunu” kaydeder. Pachymeres’in açıkladığı gibi, o zaman direnç görmeyen ve gaza ve ganimet için uç bölgesine koşup gelmiş gaziler, İstanbul Boğazına kadar yayıldılar. Bafeus Bozgunundan sonra 1302-1307 yılları arasında bu durum karşısında Bizans’ın düştüğü çaresizlik durumunu Pachymeres dramatik bir şekilde anlatır.

5.B Dimbos Savaşı (1303), Bursa Ovasına Yerleşme

            Osman İznik kuşatmasına gitmeden önce Yenişehir’i ve gerisini güvence altına almak için Marmaracık ve Koyunhisar tekfurları üzerine bir akın yapıp onları itaat altına almıştı. Fakat Bafeus Savaşı’ndan sonra Bursa ovasındaki tekfurlar birleşip Osman’a saldırmak için ittifak ettiler. Bu savaş için Aşıkpaşazade 702 tarihini verir. Hicri 702 yılı Miladi 26 Ağustos 1302’de başlar. Hicri 702 yılının baharı 1303’ün ilk yedi ayına rastlar. Tekfurların ordusu bu tarihte harekete geçmiş olmalıdır denilir. Zafer, Osman tarafında kaldı.

  1. Osmanlı Beyliği’nin Bağımsızlığını Kazanma Şekli ve Teoriler

         Bu konu başlığı altında Osmanlı Beyliği’nin bağımsızlığı kazanma tarihi ile ilgili teorilere karışık bir sıra ile yer verilecektir.

İlk değinilecek kişi Herbert Adams Gibbons’tur. 1916’da yazdığı “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu” adlı eserinde; ”Devletin büyük ölçüde putperest Türkler ve Hristiyan Rumların karışımından doğan yeni bir Irkın eseri olduğunu” ileri sürmekteydi. Gibbons’a göre Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundaki asıl yaratıcı ögeleri Asyatik Türkler’den ziyade bu Avrupalı unsurlarda aranmalıydı.

1935’te Mehmet Fuat Köprülü Gibbons’un tezine karşı çıkmış Osmanlı Devleti’nin esas olarak Türk ve Müslüman unsurların eseri olduğunu ileri sürmüştür. Köprülü’nün tezinin ismi “Tarihsel Sürerlilik Tezi” ‘dir. Mehmet Fuat Köprülü Osmanlı’nın erken dönemlerindeki başarılarının ardında yatan çeşitliğini savunmaktadır. “Gazi” ‘ler önemliydiler fakat bunlar tek başlarına fazla bir şey ifade etmezlerdi. Yani Fuat Köprülü gazilerle birlikte Beyliği oluşturan diğer sosyal-siyasi gruplara dikkat çekmektedir. Beyliğin bünyesinde yer alan 4 bağımsız yapıdan bahsetmektedir. Birincisi Alpler veya Alperenler. İkincisi Ahiler, üçüncüsü Bacıyan-ı Rum (kadınlar teşkilatı). Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda rol oynayan dördüncü zümre ise Abdalan-ı Rum’dur.

1937 yılında ise Paul Wittek ise Köprülü’nün Osmanlıları Oğuz boylarına dayandırdığı Kayı aşireti bağlantısını reddeder. Wittek İmparatorluğun üzerinde kurulduğu temelin böyle bir aşiret yapısı olamayacağını savunur. Ona göre bu temel, komşu Hristiyan dünyasına karşı yürütülen bir kutsal savaş yani “gazâ” olgusudur. Mehmet Fuat Köprülü’nün görüşleri Halil İnalcık tarafından daha da genişletilerek yeni fikirlerle de desteklenmiştir. Halil İnalcık; “Gaza, Asya ve Avrupa’daki Osmanlı genişlemesinde başlıca faktördür” demiştir. Paul Wittek “gaza” tezini en eski Osmanlı tarihi kaynağına yani Ahmedi’nin manzum tarihine(İskendername) dayandırmaktadır. Gaza tezi ile ilgili bir gerçek ise; Osmanlı hükümdarlarının kendilerine verdikleri ünvanlardır. Bunlar; “Gazi, Sultanın Oğlu Sultan, Gazi Oğlu Gazi, Ufukların Beyi, Cihan Kahramanı” dır. İnalcık’ın teorisinin ayaklarından biri, tarihçi Neşri’nin rivayet ettiği Karacahisar’da ki bir kilisenin camiye çevrilmesiyle Şeyh Edebali’nin müritlerinden Karamanlı Dursun Fakih’in burada Osman Bey adına ilk hutbeyi okuması olasılıkla 1302 sırasındadır.

Jennings, Colin İmber, Şinasi Tekin gibi Türkologlar “gazâ” tezini reddederler. İngiliz tarihçi Colin İmber ise konu ile ilgili tartışmaları daha da ileri götürerek erken dönem Osmanlı tarihini 15. yüzyılın son çeyreğine kadar “kara bir delik” olarak değerlendirir. Colin İmber’in başka bir ifadesi; “Romantik Avusturya-Germen milliyetçiliğinin unsurlarının cezp edici bir biçimde Osmanlı tarihine uygulanmasından başka bir şey olmadığı” görüşünü savunmaktadır. Aslında Osmanlıların milli temele dayalı bir devlet olmayıp hanedan devleti olduğunu belirtir. İmber’e göre 15. yüzyılın sonuna doğru gaza geleneğinin kavramı olan kahramanlık popüler kültürde önemli bir unsur olmasına rağmen hanedanın ideali değildi. Gaza kavramı bu tarihten sonra değişmişti. Buna kanıt olarak da 15. yüzyılın ortasından itibaren Osmanlı ordusundaki askerlerin büyük çoğunluğunun askeri hizmeti gönüllü olarak değil mukavele ile zorunlu olarak yerine getiren kapıkulları ve tımar sahiplerinden oluşmasını gösterir. Ayrıca 1500’lerden sonra Safevilerin yükselişinin Osmanlıların Sünniliklerini vurgulama eğilimini daha da güçlendirdiğini savunur. Colin İmber’a göre Safevi “kafirliğine” karşı “hak dini” savunma ihtiyacının sonucunda Sultanlar ve propagandacıları, kendilerini yalnızca İslam’ın yayıcıları değil, Tanrı’nın arzusunu duyurma amacı olan Sünniliğin tek meşru savunucuları olarak takdim etmeye başlamışlardır.

Macar Türkolog Gyula Kaldy-Nagy’e göre Türklerin Avrupa’ya karşı giriştiği savaşları İslam’ın ruhundan kaynaklanan Hristiyan nefreti ile açıklamak zordur. Hem Müslümanlarla hem de gayrimüslimlerle savaşmışlardır. Ayrıca dönemin dinle fazla uğraşan kronik yazarları olmaması gereken yerlerde dinsel motifler görmüşler ve atalarının askeri faaliyetlerini din uğruna girişilmiş “kutsal savaş”lar olarak yorumlamışlardır. Cihat yada gaza olsun Türklerin askeri faaliyetlerinin amacı herkesin İslamiyet’i kabul etmesini sağlamak olamazdı. Bu durum imparatorluğun çıkarlarına ters düşüyordu. Böyle olsaydı imparatorluk gelirlerinin beşte birine eşit olan cizyeyi verecek kimse kalmazdı. Aynı şekilde devşirme sistemi de olumsuz etkilenirdi.

Şinasi Tekin ise Wittek’in “gaza tezin” ‘nin dayandığı 1337 tarihli kitabenin aslında 1417 tarihli bir orijinal kitabeden veya sonraki devirlere ait herhangi bir kitabenin üslubunun taklit edilerek yazılmış olabileceğini ve dolayısıyla bahse konu olan bu kitabenin sahte olduğunu ifade eder. Tekin, gaza ve gazi kelimelerinin kaynaklardaki serüvenini incelediği araştırmasında gazilerin İslam dünyasında zaman içerisinde kazandırdıkları kötü ünden dolayı bu kavramların ancak 14. yüzyıl sonlarında itibar kazandığı tezini öne sürer. Fakat bir kısmı Tekin tarafından da kullanılan 14. yüzyıl kaynaklarını büyük bir titizlikle inceleyen Feridun Emecan gaza ve gazi terimlerinin bu kaynaklarda müspet anlamda ve sıkça kullanıldığını ortaya koyar. Ayrıca Emecan; Paul Wittek’in teorisini sadece bir kitabeye bağlı olarak kurmayıp komşu diğer Türk Beyliklerindeki uygulama tarzının da göz önüne alınmış olabileceğini savunur ve bunun örneklerini de ortaya koyar. Bütün bu değerlendirme ve itirazların sadece Osmanlılara odaklanmayıp daha geniş bir biçimde bütün uç bölgesinin genel yapısı dikkate alınarak yapılmasını önemle işaret eder.

Rudi Paul Lindner; Kutsal Savaş” düşüncesinin Osmanlı’nın kuruluşu ile hiçbir ilgisi olmadığı görüşündedir. Ona göre Osmanlıların faaliyetlerinde dinsel kaygının fazla bir rolü yoktur. Osmanlı fetihleri Hristiyan güçlere olduğu kadar Müslüman güçlere karşı da yapılmıştı. Ahmedi’nin eserinde Osmanlıları tek düşüncesi Gaza olan Gazilere dönüştürme sebebini ise şöyle açıklamıştır. Ahmedi, Osmanlılara rekabet halinde olan beylere (Aydın, Germiyan) hizmet verdikten sonra Osmanlı hizmetine girmiştir. Bunun içinde yeni efendilerine itaat etmesi gerekliydi. Lindner, Wittek’in Gaza tezinin dayandığı temellerin çürük olduğunu, bunların daha sonraki dönemin ideolojisinin geçmişe yansıtılmasından başka bir anlam taşımadığını ileri sürer ve Osmanlı Beyliği’nin kabilevi bir çekirdekten geliştiğini, ancak sınırlar genişledikçe yerleşik toplum ve devletin gerektirdiği yapılara ihtiyaç duyulduğundan kabilevi unsurların giderek arka plana atıldığı ve zamanla köken olarak mensup bulundukları kabilevi gruplara yabancılaştıkları tezini savunur. Aslında Lindner’in tezi, 20. yüzyıl başlarında Osmanlıların göçebe Türklerle yerli Hristiyanların karışımından oluşmuş yeni bir ırk olduklarını savunan ve dolayısıyla Osmanlı Beyliği’nin yükselişindeki yaratıcı unsurları gayrimüslimlerin bu bileşime yaptıkları katkıya bağlayan Gibbons’un tezinin antropolojik bir kabile tanımından hareketle yeniden ortaya atılması şeklinden başka bir şey değildir.

Ronald C. Jennings ise Osmanlı Beyliği’nin Hristiyan beyler ve devletlerle olan ilişkilerinin yoğunluğuna, Osman Bey’in Hristiyan Ortodoks savaşçı gruplarla olan münasebetine dikkat çeker. Eğer gaza siyaseti uygulanmış olsaydı, bu gruplar kontrol edilemeyip ele geçirilen köy, kasabalarda yaşayanlar ortadan kaldırılarak savaş yapılmasının gerektiğinden söz eder. Bunun aksine Orhan Bey döneminde dostça münasebetlerin olduğunu onun müttefik ve imparator damadı olduğunu ileri sürer. Böyle bir ortamda 1337 tarihli kitabedeki ibarelerin uygun olmadığını ve sonradan hazırlanmış olduğunu belirtir. Jennings’e göre Orhan Bey “Gaza” ‘yı kullanmadığı gibi kendisini de hiçbir zaman “Gazi” olarak görmemişti. Ayrıca Wittek’in iddia ettiği gibi Süleyman Çelebi Ahmedi’nin hamisi ise, Ahmedi Osmanlı himayesinde yazmıştır ve eserinin tarafsız bir kaynak olarak düşünülmesi zordur.

İngiliz tarihçi Colin Heywood; gaza ve kayı tezlerini reddeder. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu Türk ve İslam çerçevelerinde değil Karadeniz’in kuzeyini içeren geniş bir coğrafi çevrede aranmalıdır. Yani “ne” sorusundan uzaklaşılarak “nasıl” sorusuna dönülmelidir. Colin Heywood, kuruluş döneminin Karadeniz çevresi bağlamında yani daha geniş bir coğrafi perspektifte değerlendirilmesinin hem Karesi Beyliği ve hem de Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarını aydınlatmada daha elverişli olduğunu ileri sürer.

Son olarak Heath Lowry “The Nature of the Early Ottoman State” isimli çalışmasında gaza ve gazi kelimelerinin ilk Osmanlılar için ne anlam ifade ettiğini irdelemektedir. 14-15. yüzyıllarda gaza-akın, gazi-akıncı kelimelerinin eş anlamlı olduğunu ileri süren Lowry Fatih ve II. Bayezid devirlerine ait iki belgeden hareketle gayrimüslimlerden akıncı yazıldığını ve gaza ve cihadın “doyumluk” elde etmek, tımara nail olmak gibi dünyevi ilgilerle ilişkilendirildiğini öne sürerek erken Osmanlı Devleti’nin hem Müslüman hem de gayrimüslimleri içeren “yağmacı bir konfederasyon olduğu tezini işlemektedir.

Bu konu başlığı altındaki teorileri toparlamak için Prof. Dr. Halil İnalcık’ın görüşlerine tekrar değinmek istiyorum. Hatta direk olarak İnalcık Hocamızın bir röportajının son paragrafını yazacağım. Bu paragraf Kuruluş Teorileri ile ilgili düşüncelerimizi toparlayacağına inanıyorum.

Prof. Dr. Halil İnalcık 2009’da verdiği bir röportajın son paragrafı;

“ Osman 1288’de Eskişehir yakınında tepede Bizans tekfuru elindeki Karacahisar kalesini fethetti. Bazıları bunu Osmanlı Beyliğinin kuruluş tarihi olarak yorumlayabilir. Ondan sonra Osman 1299’a doğru Eskişehir’den Bilecik’e kadar geniş bölgeyi fethetti. Yenişehir sınırında Bizans İmparatorluğu’na karşı yerleşti ve akınlara başladı. Bunun tarihi 1299’dur. Bu söylediğim tarihlerin herhangi birini beyliğin, devletin kuruluşu olarak alabilirsiniz. Ama bu aşamalardan hiçbiri Bafeus zaferi gibi çağdaş bir kaynak tarafından tam tarihiyle teyit edilmemiştir. Ancak Osman’ın 27 Temmuz 1302’de Bizans ordularına karşı kazandığı zafer çağdaş Pachymeres tarafından zikredilmiştir. Bu nedenle bir tarihçi olarak 27 Temmuz 1302 tarihini alıyorum”

  1. Sonuç

         Yukarıdaki kısa yazıda kökenimiz ve geçmişimiz olan Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesine çıkışı, aşiretten bir devlete dönüşmesinin hikâyesinden bahsetmeye çalıştım. Konulara kronolojik olarak yaklaşmaya çalıştım. Bu nedenle Anadolu’daki genel durumdan alıp teorilere bağlamaya çalıştım.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemine ilişkin kesin belgelerin olmaması bu denli fazla teorilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tarihçilerin ve biz hukukçuların bu teorilerde farklı taraflarda yer almasına rağmen, şahsi kanaatim ve araştırmalarımdan vardığım sonuç beni Prof. Dr. Halil İnalcık’ın kuruluş teorisinin ve kuruluş düşüncelerinin diğer teorilere nazaran daha temelli, daha doğrulanabilir ve daha objektif olduğu düşüncelerine itti. Prof. Dr. Halil İnalcık’ında dediği gibi; ”Bir tarihçi olarak 27 Temmuz 1302 tarihini alıyorum”

Kaynak gösterilmeden yazılardan alıntı yapılmaması ve bir kısmını yada tamamının kullanılmaması gerekir.

Aykırı hareket edenler hakkında her türlü başvuru, talep, dava ve şikâyet hakkım saklıdır.

E-posta: avyagizgundogdu@gmail.com

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s